Markaların olmazsa olmazlarından renklerin kullanımı pazarlamanın sessiz dilidir. Renkler sadece 3 saniyede dikkatimizi çekerek satın alma kararlarımızı etkileyen önemli bir faktördür. Günümüz işletmeleri renkleri kullanarak, tüketiciye mesaj yollayabilir, satışı destekleyebilir, rekabet avantajı sağlayabilir ve müşteri sadakati oluşturabilir. Ancak markalaşma sürecinde renkleri kullanmanın bazı püf noktalarını bilmek daha sağlıklı bir ilerleme sağlayacaktır. Öncelikle müşteriniz kim? Avrupalı mı? Asyalı mı? Kadın mı? Erkek mi? Genç mi? Yaşlı mı? Öncelikle pazarı iyi bilmeli ve hitap ettiğiniz müşteri kitlesinin renklerini doğru seçmelisiniz. Renklere yüklenen anlamlar ve renk tercihleri kültürlere, ülkelere göre farklılık sergilemektedir. Örneğin; Ekvator kuşağındaki ülkeler genellikle sıcak ve canlı renkleri kullanırken, soğuk iklim yaşayan ülkeler daha çok pastel ve gri renkleri tercih ederler. Müşterilerinizin zihnine girip orada kalabilmek için şimdi biraz renkleri tanıyalım:
Kırmızı: Gözün en iyi algıladığı renktir. Canlılık, dinamizm, güç, heyecan, tehlike, dışa dönüklük, iştah gibi kavramları temsil eder. Hemen hemen tüm fast food firmalarının logolarında tercih edilmesinin nedeni budur.
Yeşil: Güven verir. Yaratıcılığı körükler. Rahatlatıcı ve sakinleştiricidir. Hastanelerde tercih edilir. Büyük otellerin mutfaklarında duvar rengi olarak kullanılmasının sebebi aşçıların yaratıcılığını arttırmak içindir. Bankaların logolarında sık kullanılır.
Mavi: Huzuru, sakinliği, sonsuzluğu, saygıyı ve otoriteyi temsil eden mavi dünya nüfusunun favori rengidir. Aynı zamanda yeşil renk gibi güven verir. Bu nedenle birçok banka tarafından tercih edilir. Unilever, P&G, Pepsi ve GM gibi markaların rengidir.
Turuncu: Sıcaklık, samimiyet, doğallık, mutluluk, enerji, canlılık gibi kavramları temsil eder. Advantage Card, Lancester güneş ürünleri gibi….
BP Group, enerji ile iletişim kurmak istediği için logosunu turuncuya çevirmiştir.
Glaxo ve Smithkline birleşerek logolarını, insanların kendilerini daha iyi hissetmelerine ve daha uzun yaşamalarına yardım etmeyi amaçlayan stratejilerine uygun olan turuncuya çevirmişlerdir.
Intel Inside ve Reuters gibi markaların turuncuyu logolarının bir kısmında kullanmasının altında yatan neden, “Bizi ciddiye al, ama aynı zamanda bizden hoşlan” imajı vermek istemeleridir.
Sarı: Toplumsal yaşamı ve birlikte çalışmayı yansıtan sarı; zeka, incelik ve pratikliğin rengidir. Dikkat çeker. Sıcaklık, aydınlık, parlaklık, zenginlik ve lüksü simgeler.
Beyaz: Temizlik ve saflıktır. Düzeni ve açıklığı temsil eder. Politikacıların sık kullandığı bir renktir. İstikrarı ve devamlılığı simgeler.
Siyah: Hüzünlüdür ancak aynı zamanda güç, prestij, tutku ve sofistike gibi kavramları temsil eder. Johnny Walker Black Label viski gibi…
Mor: İhtişam ve lüksün rengidir. Asalet, sükunet, gösteriş gibi kavramları temsil eder. Mor renkte markalara örnek olarak Milka, World Card’ı gösterebiliriz.
Kahverengi: Gerçeklik, plan ve sistemin rengidir. Dayanıklılığı ve tarafsızlığı temsil eder. UPS markası gibi.
Markamıza en uygun rengi seçebilmek için günün koşullarına ve moda renklerine de bakmak gerekir. 1970’lerde toprak renkleri ve yeşil tonları tercih edilirken, 1980’lerde siyah, 1990’larda ise bej ve siyah renk çok kullanılmış, 2000’li yılların başlarında Gri ve ardından yeşil renk çok tercih edilmiştir. Geleceğin rengi ise mavi’dir.
Moda renklerden en çok etkilene sektörler ise mobilya, kıyafet ve otomotiv sektörleridir.
Bizim renklerimiz (beyaz zeminde) sarı ve siyah. Ne anlatıyoruz acaba 🙂
Hadi şimdi renginizi seçin.
Hülya Aygün, Ph. D.